Akaryakıt veya Otogaz Bayilerinin, bayilik faaliyetlerini yürütmeleri için 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 8. Maddesi ile 5307 Sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunun 7.maddesi kapsamında, Dağıtım Şirketleri ile tek elden satış sözleşmeleri akdetme yükümlülükleri gereği, Dağıtım Şirketlerince, hükümleri Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna bildirilen tek elden satış sözleşmesi niteliğinde, taraflar arasındaki genel esasları belirleyen tip yapıdaki sözleşmeler bayiler ve dağıtım şirketleri arasında imzalanmaktadır. Yazımızda akaryakıt ve yakıt ifadeleri genel manada her iki bayilik türü içinde ortak ifade olarak kullanılacaktır.
Bununla birlikte uygulamada asıl sözleşmeye bağlı olarak bayi özelinde, bayiye verilecek ayni veya nakdi yatırımlar, manevi (marka değeri, müşteri çevresi vb) yatırımlar, bayiye uygulanacak fiyatlandırma oranlarının tespiti, girilen ticari ilişkiden dağıtım şirketinin elde etmek istediği gelirin tespiti ve dağıtım şirketinin bulunduğu pazardaki marka değerini korunması yönünden ticari kaynaklı veya dağıtım şirketinin, yasa ve düzenleyici işlemlerle belirlenen yıllık asgari satış yükümlülüklerini yerine getirme ödevi başta olmak üzere regüle bir piyasanın gerekliliklerini yerine getirme amacına dayalı olarak taraflar arasında ek bir akitle veya bayilerin tek taraflı üstlenimleri olan taahhütnameler ile sözleşme süresince alınacak asgari yakıtın yıllık bazda veya sözleşme süresince toplam miktarı belirlenmektedir. Taahhütnamelerde bayiler asgari mal alım miktarını bildirmekle birlikte, alım miktarının eksik kalan kısmı için kararlaştırılan tutarı kar mahrumiyeti olarak ödemeyi de üstlenmektedir.
Taahhütnamelerin bayiler yönünden temel faydası faaliyetlerine ilişkin yatırım ve finans maliyetlerini dağıtım şirketlerine yüklemeleridir. Bu sayede reklam ve pazarlama faaliyetlerinde marka değeri ön planda olan dağıtım şirketlerinin piyasadaki gücünden yararlanılmakta, kurulum aşamasında olanlar yönünden kurulum maliyetleri, dağıtım şirketi değişimi yapanlar yönünden dönüşüm maliyetleri dağıtım şirketlerine yüklenmektedir. Dağıtım şirketlerinden alınacak hibe ve teşviklerle faaliyet gösterilen bölgede pazar payını ve müşteri çevresini artırma veya alım şartlarında iskonto ve sair ödeme kolaylıkları ile karlılığın artırılması amaçlanmaktadır.
Sözleşmenin kuruluş aşamasında doğru analiz edilmemeye dayalı veya sonradan değişen koşulların yarattığı etki sonucu taahhütnamelerin yerine getirilmemesi ya da dağıtım şirketlerinin, Rekabet Hukuku mevzuatının sözleşme sürelerine getirdiği sınırlamaları bypass etmek veya bayi sayısı ve satış rakamlarını korumak amacıyla başlangıçta yüksek kararlaştırılan taahhütnamelerin doğal olarak yerine getirilemeyecek olması, sözleşmelerin sona ermesine müteakip yeni sözleşme yapmaya baskı aracı olarak kullanabilmektedir.
Tarafların hatalı hesaplamaları, gerçek koşullarla uyuşmayan taahhüt üstlenimleri veya piyasa şartlarında beklenmedik değişimler sonucunda artan maliyetlere karşın düşen karlılıklara dayalı taahhüt açıkları da bayiler ile dağıtım şirketlerini karşı karşıya getirmektedir. Hükümleri kısmen veya tamamen yerine getirilmemiş taahhütnameler akaryakıt sektörünün temel ihtilaf konusu haline gelmiştir.
Buradaki ihtilaflarda sözleşmenin hangi tarafında bulunulduğuna göre diğer tarafı suçlama eğilimi olsa da konuya objektif olarak bakıldığında asgari alım taahhüdü uygulamasında her iki tarafında amacının sözleşmeden beklenen maksimum faydayı sağlamak olduğunun anlaşılması, serbest piyasa ekonomisine dayalı ülkemizde faaliyet gösteren onlarca dağıtım şirketi ile binlerce bayinin yarattığı rekabette, karşılıklı var olma mücadelesinin sonucu olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
Dağıtım şirketleri tekil düzeyde bir bayiye karşı güçlü konumda olan taraf gibi görünse de diğer dağıtım şirketleri ile girdiği rekabet ile hukuki yükümlülükleri karşısında, yüzlerce veya binlerce bayilik ağına dayalı finans çarpanlarının aslında tekil bir bayilikten daha kırılgan olduğu görülecektir. Bu sebeple sözleşme ile elde etmek istenen amacı koruma reflekslerinin daha fazla olması işin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Diğer yandan bayilerinde girdikleri ticari ilişkinin ticari hayatlarını ve sözleşme serbestisine dayalı haklarını sınırlayacak nitelikte olmaması veyahut ekonomik mahvına sebebiyet verecek nitelikte ağır bir yükümlülüğe yol açmamalıdır.
Sözleşme serbestisi anlamında bayilerin ek yükümlülük altına girdikleri bu halde 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 18/2 maddesine uygun olarak öncelikle basiretle hareket edilmesi, mevcut yıllık satışlar ve potansiyel satışlar gözetilerek makul ve gerçeğe uygun taahhütlerde bulunulması ve karşılığında yine bu kıstaslara uygun olarak dağıtım şirketlerinden yatırım veya alım şartlarının iyileştirilmesi gibi taleplerde bulunulması gerekmektedir. Basiretle hareket etme edimi bayiler için geçerli olduğu gibi dağıtım şirketleri içinde geçerlidir, dağıtım şirketleri de girecekleri sözleşme ilişkisinde elde edecekleri geliri ve mevzuat gerekliliklerinin yerine getirilip getirilmeyeceği yönünden öngörülü davranarak girişecekleri ticari ilişkiyi analiz etmeleri gerekmektedir.
Sektörde en çok karşılaşılan ve sonucunda birçok ihtilafa yol açan bu husus sözleşmenin kuruluş aşamasında hukuki ve teknik durum tespitlerinin yapılmamış olması, sözleşmelerin uzmanlarından görüş alınmaması veyahut sözleşmelerin kuruluşuna dâhil edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Başlangıçta çok düşük maliyetlerle birçok ihtilafın önüne geçilme imkânı varken uzman görüşlerinin ihmali sonucu çıkan ihtilaflarda, taraflar arasındaki ticari ilişki zedelendiği gibi, yargı maliyetleri ile birlikte ağır ödeme yükümlülükleri doğmaktadır.
Kar mahrumiyeti, taraflar arasında aksi yönde açık hüküm bulunmaması halinde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 179. Maddesinin 2. Fıkrasında yer alan “Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir” hükmü kapsamında ifaya ekli cezai şart olarak değerlendirilmekle birlikte, niteliği itibariyle de bir edim zamanında ve eksiksiz olarak yerine getirilse idi elde edilecek faydadan yoksunluktan doğan müspet zarar anlamına gelmektedir.
Taraflar 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27.maddesi ile emredici hükümlere, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin hükümsüz olacağını bilerek aralarında yıllık veya sözleşme boyunca alınacak toplam asgari alım miktarını ve eksik bırakılan miktara uygulanacak kar mahrumiyeti tutarını serbestçe belirleyebilirler. Uygulamada taahhütlerin bölünebilir nitelikte olması sebebiyle yıllık bazda alındığının tercih edildiği görülmektedir. Ancak bu serbesti aynı kanunun 28.maddesi gereği, sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre aşırı yararlanma itirazında bulunabilir hükmü gereği sınırlandırılmıştır. Ancak aşırı yararlanmaya dayalı itirazlar, tarafları tacir olan sözleşmelerde, özellikle deneyimsizlik veya orantısızlık yönünden kabul görmeyecek, basiretli hareket edimi gereği tacirin işletmesiyle ilgili faaliyetlerinde, kendi yetenek ve imkânlarına göre ondan beklenebilecek özeni değil, aynı ticaret dalında faaliyet gösteren tedbirli ve öngörülü bir tacirden beklenen özeni göstermesi gerekliliği göz önüne alınarak kar mahrumiyetine dayalı yükümlülüğünü yerine getirmesi istenecektir.
Taahhütname verilmemiş veya açıkça alım miktarı kararlaştırılmamış hallerde ise kar mahrumiyeti, taraflar arasındaki esas bayilik sözleşmesinde başkaca bir hüküm kararlaştırılmış ise bu hükme uygun olarak veyahut genel hükümler çerçevesinde yapılan yatırımlar, karlılık oranları vs öznel ticari şartlara göre mahkemece tespit edilebilir.
Dağıtım şirketlerinin kar mahrumiyeti talebinde bulunabilmesi için diğer bir unsur ise yine 6098 Sayılı TBK’nın 179/2.maddesi gereği ifayı çekincesiz olarak kabul etmemek anlamında, taahhütname ile bayinin üstlendiği edimi süresinde yerine getirmesini talep eden çekince, diğer bir ifadeyle ihtirazi kayıt koşulunu usul ve sürelere uygun bir şekilde yerine getirmiş olmasıdır.
İhtirazi kaydın ne şekilde konulacağı yönünde mevzuatımızda açık bir hüküm olmamakla birlikte zaman içerisinde gelişen ve yerleşen yüksek yargı kararları ile çekince koşulunda, bir sözleşme yılının sona ermesini takip eden yılda henüz yeni sözleşme yılına ilişkin yakıt teslimi yapılmadan, önceki yıla ilişkin çekincenin muteber tebliğ vasıtasıyla bayiye bildirilmesi gerektiği yerleşiklik kazanmıştır.
Yargı kararlarında muteber tebliğ vasıtası olarak noter aracılığı ile gönderilecek ihtarnameler kabul görse de esasında aynı sürede karşı tarafa tebliğ olmuş ve kanuni itiraz süresi içerisinde itiraz edilmeyerek münderecatı kabul edilmiş faturaların açıklama kısmına yazılan taahhüt açığını bildirir ihtirazi kayıtların veyahut tacirlerin Kayıtlı Elektronik Posta Adreslerine gönderilmiş E-Posta içeriğinde bildirilecek taahhüt açığına ilişkin ihtirazi kayıtların da kabul görmesi gerektiği düşünmekle birlikte; ticaret hayatının olağan akışı ve alım, satım, yakıt teslimi işlemlerinin hızı ve çokluğu karşısında ihtirazi kayda ilişkin genel esasları çizen Yargıtay kararlarının da ihtiraza kayda ilişkin verilen sınırlayıcı süreler hakkındaki ifadelerin, yargılamalarda, motamot uygulanmaması, somut durumun özelliğine göre karşı tarafta çekincenin istenmeyeceğine yönelik haklı güven oluşturulup oluşturulmadığının tespitinin daha yerinde olacağı kanaatindeyiz.
Dürüstlük ilkesi çatısı altında incelenen haklı güven şartından bahsedebilmek için, güven unsuruna dayalı gerçekleşen zararda, zarar verenin, bu zararın kendisinden istenmeyeceği yönünde iyi niyetle faaliyet göstermesi, zarar gören bakımından da zararın talep edilmeyeceği yönünde bir çekincede bulunulmaksızın sözleşme ilişkisine devam edilmesi söz konusu olmalıdır. Çünkü sözleşmeye aykırılık iddiasında olan tarafın makul süre içerisinde karşı tarafı akdin ayakta tutulması amacıyla sözleşmeye uymaya davet etmesi bunun mümkün olmaması halinde sözleşmeden dönmesi beklenirken bu haklarını sözleşme boyunca kullanmadan sözleşme ilişkisine devam eden tarafın geçmiş yıllara ilişkin zararı sözleşmenin devamı yıllarında veya sonunda istemesi bir nevi dürüstlük kuralına aykırılık teşkil etmektedir. Bu kapsamda çekince hususunun süresinde ve usulüne uygun olarak yerine getirilmeden ticarete devam edilmiş olması halinde, kar mahrumiyetinin istenmeyeceğine ilişkin bayilerde haklı güven oluştuğu kabul edilmekte ve kar mahrumiyeti taleplerine itibar edilmemektedir.
Bu durumda sözleşmenin son yılında gönderilmiş kar mahrumiyeti ihtarlarında veya bir diğer temerrüde düşürme şartlarından olan sözleşmenin sona ermesi akabinde açılan davalarda artık sadece sözleşmenin son yılına ilişkin kar mahrumiyetini talep imkânından söz edilebilmektedir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise talep edilen kar mahrumiyetinin, taahhüt eden bayinin ticari mahvına yol açıp açmayacağının tespitidir. Tacir olmasının getirdiği nitelikli özen yükümlülüğü gereği taraflar, akdettikleri bayilik sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerin veya üstlendikleri borçların ağırlığına itiraz edemezler. Bunları akdin kuruluşunda değerlendirip, öyle imza etmeleri gerekmektedir. Aynı şekilde ahde vefa ilkesi gereği sözleşme koşulları değişen zaman içerisinde bir taraf için ağırlaşmış olsa da öncelikle öngörülü davranıp akdin ayakta tutulmasına çalışılması gerekmektedir. Bu kapsamda kar mahrumiyeti olarak kararlaştırılan tutar, eksik alım karşısında fahiş bir miktara tekabül ediyor olsa da 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 22.maddesi gereği tacir, cezai şartın fahiş olduğu iddiası ile indirim talep etme imkânına dahi sahip değildir. Hatta bir kısım Yargıtay kararlarında kar mahrumiyetinin tenkise tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak somut uyuşmazlığın ve tarafların özelliğine göre bir cezai şartın ekonomik mahva yol açacak seviyede fahişliğinin yargı safhasında bilirkişilerce tespit edilmesi halinde hâkimin cezai şartta indirim yoluna gidebileceği yönünde Yargıtay kararları mevcuttur.
İzah edilen hususlar haricinde hukukun genel prensipleri dairesinde takas, zamanaşımı gibi borcu sona erdiren sebepler veyahut borcun ödenmemesini haklı kılan nedenlere dayalı itiraz hakları saklıdır.
Sonuç olarak yakıt alım taahhütleri sonucu doğabilecek kar mahrumiyeti zararının önlenmesi için öncelikle bu konuda uzman hukukçulardan görüş alınması hatta sözleşme sürecine dâhil edilmesi, aynı şekilde teknik durum tespitinin de başlangıçta doğru analiz edilip sözleşme ilişkisine girilmesi birçok ihtilaf ve zararı önlemek açısından önem arz etmektedir. Aynı şekilde başlangıçta bu hizmetlerden yararlanılmamış olsa da sözleşmenin tasfiye sürecinde veya yargı aşamasında doğru hukuki desteğin alınması halinde her iki sözleşme tarafı içinde mümkün olan en az zararla yargılamanın tamamlanması sağlanabilecektir.