- Giriş
6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) amacı, kamu yararına uygun olacak şekilde tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını korumak, zararlarını tazmin etmek, çevresel tehlikelerden korumak, tüketiciyi aydınlatmaya ve bilinçlendirmeye yönelik önlemler almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir. Bu kanun ile tüketicilerin hak ve menfaatlerinin daha sağlıklı bir biçimde korunması ve güvence altına alınması hedeflenmiştir.
Kanunun 2.maddesi “her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar” hükmü ile TKHK’nın uygulama alanının oluşabilmesi için işlemin tüketici işlemi olmasını veya tüketiciye yönelik uygulamalar niteliğinde olması gerekliliğini vurgulamıştır.
Kanun’da tüketici işlemi; mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem olarak tanımlanmaktadır.
Kanun hükmünden de anlaşıldığı üzere bir tüketici işleminin söz konusu olabilmesi için taraflardan birinin tüketici niteliği taşıması, diğer tarafın ise ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi olması gerekmektedir.
- Tüketici ile Hasta Kavramı Arasındaki İlişki
Tüketici, ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi ifade etmektedir. Gerçek kişilerin yanında tüzel kişiler de tüketici olabilmektedir. Ancak Türk Ticaret Kanunu anlamındaki şirketler veya nihai amaç olarak gelir elde etme amacıyla bu işi yapan diğer tüzel kişiler TKHK kapsamında tüketici olarak kabul edilmemektedirler.
Gerçek kişi olan hastanın, teşhis ve tedavi kapsamında her türlü tıbbi müdahalenin gerçekleştirilmesine yönelik olarak bir sağlık hizmetinden faydalanma amacı içinde olduğu açıktır. Tüketici sıfatının belirlenmesindeki amaç dikkate alındığında, mesleki ya da ticari hedeflerle sağlık hizmetinden yararlanma amacı olmayan hastanın Kanun kapsamında bir tüketici olduğu sonucuna varılacaktır.
Buna göre; sağlık hizmeti ihtiyacı nedeniyle hekime başvuran kişi “hasta” ve aynı zamanda “tüketici” olarak adlandırılabilmektedir. Sonuç olarak, hasta ile hekim arasındaki ilişkinin tüketici işlemi olmasından bahisle, hastanın sahip olduğu hakların tüketicinin korunması hukuku kapsamına da dahil olduğu söylenebilir.
- Sağlayıcı ile Hekim Kavramı Arasındaki İlişki
Ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye hizmet sunan ya da hizmet sunanın adına veya hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler sağlayıcı olarak nitelendirilmektedir. Satıcı/Sağlayıcı için Kanunun aradığı tek ölçüt ticari veya mesleki amaçlarla hareket etmesidir. Bunun sonucu olarak da sağlayıcı daima gelir elde etme amacı ile hareket eden gerçek veya tüzel kişi olmaktadır. Gelir elde etme amacı taşımayan hiçbir tüzel veya gerçek kişi sağlayıcı olarak nitelendirilmemektedir. Çünkü sağlayıcının asıl hedefi gelir elde etmektir.
Tıbbi müdahale kavramı söz konusu olduğunda, icraya yetkili hekim tarafından gerçekleştirilen doğrudan ya da dolaylı tedavi amacına yönelik olan her türlü işlem anlaşılmaktadır. Bu işlemleri yerine getiren bağımsız hekimler ise gerçek kişi sağlayıcı olarak kabul edilmektedir.
Hekimlerin bir sağlık kuruluşuna bağlı olarak hizmet görmeleri durumunda ise, sağlayıcı sıfatı; kamu kurum ve kuruluşları ile özel hastaneler, ayakta teşhis ve tedavi hizmeti veren özel sağlık kuruluşlarına aittir.
- Hasta İle Hekim Arasındaki İlişkinin Vekâlet Sözleşmesi Olarak Değerlendirilmesi
Hekim ile hasta arasında akdedilen hekimlik sözleşmesi gereğince, hekim tıp bilimi ve tıp biliminin getirdiği uygulamaların öngördüğü esaslar çerçevesinde tanı ve teşhiste bulunma ve yaptığı araştırmalar neticesinde sonuca en uygun tedavi yöntemlerini uygulamak ve hastanın iyileşmesini sağlamak için çalışmaktadır. Hasta ise hekimin bu çalışması karşılığında bir bedel ödemektedir.
Bu nedenle, hekimin hastayı iyileştirmek için iş görme borcu altına girmesi ve karşılığında ücret alması, bu faaliyetlerin bir vekâlet sözleşmesi olarak görülmesini ve hekimlik sözleşmesinin vekâlet sözleşmesi niteliğinde olduğunun kabulü gerekmektedir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 502.maddesine göre; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmeler vekâlet sözleşmesidir. Vekâlet sözleşmelerinde önemli unsur iş görme edimi olmakla birlikte, hekimin hastayı iyileştirme amacıyla hareket ederek hastaya tıbbi müdahale çabası içinde olması iş görme ediminin yerine getirilmesi olarak değerlendirilmelidir.
Hekimlik sözleşmelerinde hekim ve hasta arasında tedaviye yönelik tıbbi müdahaleler için herhangi bir süre kararlaştırılmaz. Hekim, hastanın durumuna ve hastalığın özelliğine göre, hastaya karşı belli olmayan süre içerisinde iş görme borcu altına girer. Zira vekâlet sözleşmesinde de herhangi bir süre unsuru öngörülmemektedir.
Vekâlet sözleşmesinde vekil yüklendiği işi özenle yerine getirmekle yükümlüdür. Vekâlet sözleşmelerinde olduğu gibi hekim ile hasta arasında akdedilen hekimlik sözleşmesinde de hekim hastaya karşı işini özenle yerine getirme borcu içerisindedir. Hekim özenle işini yaparken, hastayı iyileştirme garantisi vermemekle birlikte, sonucun gerçekleşmemesinden de sorumlu değildir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, hekim hastaya karşı yükümlülüklerini yerine getirirken hastaya bağımlı olarak hareket etmez. Ancak hasta ile hekim arasında bir nisbi bağımsızlık ilişkisinin söz konusu olduğu söylenebilir. Hekimin hastaya karşı nisbi bağımsızlık ilişkisi içerisinde olması, hekimin özel uzmanlığı gerektiren tıbbi müdahalelerde ve karar vermesi açısından etkilidir. Hasta ile hekim arasındaki bu nisbi bağımsızlık, hekimin özel uzmanlık gerektiren faaliyetlerini gerçekleştirirken mesleki yükümlülüklerine uyma zorunluluğu açısından ortaya çıkmaktadır. Hekim ile hasta arasındaki bu bağımsızlık ilişkisi vekâlet sözleşmesinde ki vekilin müvekkiline karşı olan yükümlülükleri ile aynı niteliğe sahiptir.
Vekâlet sözleşmesi niteliği gereğince, vekil vekâlet verenin yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verecek davranışları gerçekleştirmekten kaçınmalıdır. Aynı yükümlülük hekim ile hasta arasındaki güven ilişkisinden kaynaklı olarak hekimin hastaya karşı olan davranışlarında da ortaya çıkmaktadır. Bağlılık borcunun varlığı nedeniyle, hekim hastanın menfaatlerini kendininkinden ön planda tutmalıdır.
Hekimlik sözleşmesinin hasta ile hekim arasındaki güven ilişkisine dayanması nedeni ile taraflar, diledikleri zaman bu sözleşmeyi sona erdirme hakkına sahiptirler. Bu hal TBK’da vekâlet sözleşmesi için düzenlenmiş olan “vekâlet veren ve vekil, her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilirler” hükmü ile de benzerlik göstermektedir.
- Hasta İle Hekim Arasındaki İlişkinin Tüketici İşlemi Niteliğinde Olması
6502 sayılı Kanun, tüketici işlemi kavramını genişletmiş ve eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmelerde dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ile hukuki işlemin tüketici işlemi kapsamında olabileceğini hüküm altına almıştır.
Hasta ile hekim arasındaki hukuki ilişkinin vekâlet sözleşmesi hükümlerine tabi olduğu; estetik operasyonların, diş protezi yapımı, saç ekimi gibi bazı özel hallerde ise hukuki ilişkilerin eser sözleşmesi niteliğinde oluğu kabul edilmektedir.
Bu kapsamda TKHK’da vekâlet ve eser sözleşmelerinden açıkça bahsedilmesi, hasta ile hekim arasındaki ilişkinin bir tüketici işlemi olduğu sonucunu doğuracaktır.
- Değerlendirme
6502 sayılı Kanun, taraflardan birinin tüketici sıfatına haiz olduğu her türlü işlem ve faaliyetin varlığı halinde uygulama alanı doğurmaktadır. Kanun ile amaçlanan; zayıf konumda olduğu kabul edilen tüketicinin, tüketici işlemleri ve tüketiciye yönelik işlemler kapsamında korunmasıdır.
Hastanın sağlık hizmetlerinden yararlanma isteği amacı içinde mesleki veya ticari bir amaç taşımayan gerçek kişi konumunda olması, hekimin ise mesleğinin icrası gereği, gelir elde etme amacı ile hastasına hizmet vermesi, hastanın “tüketici”, hekimin ise “sağlayıcı” konumunda olduğunun göstergesidir.
Kanun’un 3.maddesinde hizmet kavramı, bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan ya da yapılması taahhüt edilen mal sağlama dışındaki her türlü tüketici işleminin konusu olarak tanımlanmıştır. Hasta ile hekim arasındaki hekimlik sözleşmesi kapsamında tüketici işlemi; tüketici konumunda olan hastanın parayla ölçülebilir bir bedel karşılığında, tedavi olmak ve sağlığına kavuşmak amacıyla, sağlayıcı konumunda olan hekimden talep ettiği hizmettir.
Taraflarını sağlayıcının ve tüketicinin oluşturduğu ve vekâlet sözleşmesi niteliğine haiz olan hekimlik sözleşmesi tüketici işlemi niteliğinde olması nedeniyle uygulanacak usul kurallarının da TKHK çerçevesinde olması gerekmektedir. Bu nedenle, taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklarda Tüketici Mahkemeleri görevli mahkeme olacaktır.
Nitekim Yargıtay’ında konuyla ilgili bir kararında; “hasta ile özel hastane arasındaki tedavi hizmeti, dairemizin öteden beri değişme göstermeyen kararları kapsamında vekâlet akdi olarak değerlendirilmekte olup, bu bağlamda eldeki davanın da vekâlet ilişkisi kapsamında değerlendirilmesi gerekir. 6502 sayılı yasanın 87.maddesi doğrultusunda 28.5.2014 tarihinde yürürlüğe giren aynı yasanın 3/L maddesinde vekâlet akdinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Tüketici yasasının uygulanması gerekmekte olup, bu nedenle vekâlet ilişkisinden doğan uyuşmazlığında Tüketici Mahkemesinde görülmesi zorunludur.” açıklaması yer almaktadır.[1]
Bu noktada üzerinde durulması gereken bir konuda kamu hukuku hastanelerine bağlı çalışan hekimler açısından hasta ile hekim arasındaki sözleşmenin hukuki niteliğidir.
Kamu idaresi altında, kamu yönetimi içinde yer alan ve kamu hizmeti vermek üzere kurulan hastaneler kamu/devlet hastanesi olarak tanımlanmaktadır.
Kamu hastanelerinde çalışan hekimler kamu personeli statüsündedirler. Bu nedenle kamu hastanelerinde yapılan teşhis ve tedavi ile tıbbi müdahalelerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda kamu hukukuna özgü bir ilişki kurulmakta olup ortaya çıkacak olan uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin idare mahkemeleri olması gerekmektedir.
Anayasa’nın 129/5 maddesi Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceğini düzenlemiştir. Buna göre, kamu görevlisi statüsüne sahip hekimin neden olduğu kurum zararının, kurum tarafından kendisinden talep edilmesine ilişkin rücu davaları adli yargıda görülmektedir.
Sonuç olarak; Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’daki düzenlemeler çerçevesinde; ticari ve mesleki amaçlarla hareket edenler ile tüketici arasında yapılan, eser ve vekâlet sözleşmesi gibi her türlü sözleşme ve işlem tüketici işlemi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle hastalar ile bağımsız çalışan hekimler ve özel hastaneye bağımlı çalışan hekimler arasındaki ilişkilerden çıkan uyuşmazlıkların TKHK kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle hastalar, haklarının ihlal edilmesi nedeniyle sadece idari, mali ve cezai yollara başvurmayacaklar, aynı zamanda TKHK kapsamında belirtilen haklarını, Tüketici Hakem Heyetlerine ve Tüketici Mahkemelerine başvurmak suretiyle ve zamanaşımı süreleri içerisinde talep edebilecekleridir.
[1] YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ, E. 2014/30305, K. 2014/35473, T. 13.11.2014